On bir daireden oluşan çocukluğumun apartmanında herkes yıllardır temel komşusuydu. Kiracı bulunmayan bu apartmanda sakinler birbirinin sadece komşusu değil aynı zamanda arkadaşı, sırdaşı, her şeyiydi. Çocuklar ve babalar evden gittikten sonra anneler işe koyulur saat on civarında bütün işler bitmiş olur ve sıra günün olmazsa olmazına, sabah kahvesi sefasına gelirdi. Her gün başka bir dairede gerçekleşen bu ritüelde komşular sanki günlerdir görüşmüyorlarmış gibi konuşacak bir sürü şey bulur, örgü, dantel örnekleri paylaşılır, çokça da dertleşilirdi.
Fatma Teyze, bizim hemen bir üstümüzde otururdu, okuma yazmayı büyük oğlu ilkokula giderken öğrenmiş olan bu kadın, Boşnak kökenliydi, hiç okutulmamış, ondördünde evlenmiş, onbeşinde, büyük oğlunu onsekizinde ise küçüğünü kucağına almıştı. Fatma Teyze’nin eşinin, yüksek gelir getiren bir işi vardı ve haftanın üç günü gece eve geliyorsa, dört gününü iş seyahatinde geçiriyordu ya da biz öyle biliyorduk.
Onun evinin temizliği, düzeni, yemeklerinin hele de hamur işlerinin lezzeti dillere destandı ama özellikle de mantısı. Hatta öğleden sonraları yapılan ev gezmelerinde – annem onlara ‘gün’ diyordu – sıra Fatma Teyze’ye geldiğinde o, diğer hanımlar gibi üç çeşit tuzlu, iki çeşit tatlı falan gibi geleneksel olmuş ikramları yapmazdı. Çünkü herkes ondan mantı yapmasını isterdi.
Bir gün nasıl olduysa, Fatma Teyze’nin eşinin aslında iş seyahatine gitmediği, başka bir evi ve karısı daha olduğu ortaya çıktı. Mehmet Amca – Fatma Teyze’nin eşi – bu ilişkiyi inkâr etmediği gibi “Aç değilsin, açıkta değilsin, ailen çok fakir, nereye gidersin, kabullen bu durumu” demiş.
Apartmanın gündemine bomba gibi düşen bu haber günlerce tartışmalara neden oldu. Fatma Teyze nuh diyor peygamber demiyordu, tutturmuştu ayrılacağım diye. Bütün kadınlar vazgeçirmeye çalışıyorlardı bu kararından: “Nereye gideceksin, ne yaparsın, işin yok, mesleğin yok, diploman yok, bir yerden gelirin de yok, yapma etme, öfkeyle kalkan zararla oturur, düzenini bozma, bak bize, herkesin kocası sanki çok mu edepli, tilkinin dönüp dolaşıp geleceği yer kürkü dükkânıdır. Sabırlı ol, sabrın sonu selamettir. Elbette o da durulacak uslanacak, aslan gibi evlatların var kendini düşünmüyorsan onları düşün. Bütün mal mülk kocanın üstüne, maazallah kızdırırsan zırnık koklatmaz, sefil olursun, güzel kadınsın, kötü yola düşersin…”
Henüz evlilikte mal ortaklığı rejiminin değil uygulanması varlığının bile olmadığı yıllardı. Mehmet Amca gerçekten de Fatma Teyze’yi nafakasız, evsiz ortada bırakıverirdi. Böylece Fatma Teyze’nin pişman olup çaresiz kalıp eski düzeni sürdürmesi için onu zorlardı.
Fatma Teyze, bütün önerilere başını iki yana sallayarak cevap veriyor tek kelime etmiyordu. Bir kahve toplantısından sonra evine çıktı, eşinin sekreterini arayıp. “Kızım, şoförü yolla Mehmet Bey’in eşyalarını alsın evden” demiş. Mehmet Amca’nın kişisel eşyaları iki bavula sığdı ve kapının önüne kondu. Bu tavır, apartmanın diğer sakinleri tarafından hiç de hoş karşılanmadı. Fatma Teyze’nin gereksiz bir inadı sürdürdüğünü düşünüyorlardı. Üstelik onun bu meydan okuyan tavrı, diğer kadınları kendileriyle yüzleşmeye de zorladığından rahatsızlık veriyordu.
Fatma Teyze aynı gün en yakın kuyumcuda bütün bileziklerini, yüzüklerini ondört ayarlıklara kadar bozdurdu, bir hafta sonra apartmana yakın bir kavşakta başka bir apartmanın zemin katında 20 metrekarelik bir dükkân tuttu. Üç masa oniki sandalye ve bir tezgâhla bir ay sonra mantıcılık yapmaya başladı, en iyi bildiği işi…
Henüz ev yemekleri dükkânları furyası başlamamıştı. Yakındaki üniversitenin öğrencileri, banka çalışanları, onun lezzetini bir kez tatmış çalışan çalışmayan… akın akın gelmeye başladı dükkâna. Bir gelen bir daha geliyor, bir yiyen başkasını da getiriyordu. Bir süpermarket zincirinden gelen teklif üzerine işi büyüttü, mantıları fırınlayarak dayanıklı hale getirip paketleyerek satmaya başladı. Siparişler o kadar fazlaydı ki büyük bir üretim yerine taşınmak zorunda kaldılar. Mehmet Amca’nın eşyalarının kapı önüne konmasından altı ay sonra Fatma Teyze, boşanmış, yıllardır oturduğu evi boşaltmış olarak sekiz kadının harıl harıl mantı hamuru açtığı 200 metrekarelik bir işyeri sahibiydi.
Büyük oğlu bir sene sonra işletmeden mezun olduğunda kurulu bir düzenin başına geçti, üç yıl sonra da küçük oğlu işlerin diğer kısmını devraldı.
Küçük oğlu da iş güç sahibi olduğunda Fatma Teyze kendini emekliye ayırdı, çok sevdiği mantı yapma işini artık sadece ahbapları, komşuları ve oğulları evlendiği için kalabalıklaşan ailesi için yapıyor.
Birçok kadın ve erkek, bilinmezin tehlikeli sularında yüzmektense bilindiğin esaretine boyun eğer. Bilinmezlik bilinçaltı korkularını körükler çünkü. Fatma Teyze gibi bazı savaşçılar için durum farklı. Onlar, “Başkalarının düşünceleri benim gerçeğim olamaz” diyebiliyorlar.