Önce masalı hatırlayalım: Zavallı kız, babasının ölümünden sonra hain üvey annesi ve üvey kızkardeşleri ile hak etmediği koşullarda yaşamak zorunda kalır. Onu bu durumdan aslında sihirli güçleri olan bir peri kurtarır ve hayatının kalan kısmının değişmesini sağlayan süreci başlatır.
Masaldan anladığımız, Sindirella’nın yaşadığı kötü durumdan kurtulmak için kişisel olarak hiçbir çabasının olmaması, olağanüstü bir durum ve kurtarıcı sayesinde çaba sarf etmeden istediği koşullara kavuşmasıdır.
Günümüz iş koşullarında da gerek kadın gerekse erkeklerde yaşanan bir durum bu. Batı’da uzmanların çokça üzerinde durduğu araştırma yaptığı bu durum Doğu kültürünün etkisindeki bizim gibi toplumlarda aslında daha sık rastlanıyor. Çünkü biz kültürel genetiğimizde sihirlerin olağanüstü olayların, tesadüflerin bir biletle hayatı değişenlerin öykülerini içselleştirerek büyüdük. Ayrıca yaşı 35’in altında olan kuşak ailesi tarafından aşırı korumacı ve aile içinde sorumluluk almadan, prensler ve prensesler şeklinde büyütüldü. Aile, kendi yaşadıkları olumsuz deneyimleri çocuklarına yaşatmamak için aşırı korumacı davrandı çoğu kez. Hala masallara inanan insanlar, çoğu zaman iş hayatında da bu hataya düşüyor ve hep o sihirli dokunuşu veya mucizeyi bekliyorlar. Daha doğrusu, kendileri bir şey yapmaktansa, başkalarının veya tanımlamadıkları bir şeylerin kendileri için harekete geçmesini umut ediyorlar.
Uzmanların 'Sindirella Sendromu' olarak adlandırdıkları bu davranış şeklinde kişi risk almaktan, kararının arkasında durmaktansa, başarısızlık korkusu ile harekete geçmeden bekleme halinde kalmayı tercih ediyor. Birilerinin gelip kendisi yerine karar vermesini, beklentilerini hayata geçirmek için yollar açmasını umut ediyor. Kişi, kendi hakları için mücadele etmek yerine üstlerinin bir gün gerçeği göreceği umut ve beklentisiyle yaşıyor.
Bu davranışların altında yatan nedenler nedir?
Kişinin,
gibi nedenler sayılabilir.
Sindirella Sendromu, kişiye ne türden zararlar verir?
Sindirella Sendromu ile baş etmek için aşağıdakileri yapmak etkili olacaktır:
Gerçekten ayaklarımızın üzerinde durduğumuzda sevgisiz kalacağımızdan, yalnızlaşacağımızdan sevimsiz olacağımızdan korkmak ve istediklerimizi elde edemediğimizde başkalarını suçlamaktan öteye gidememek özgürleşmemizin önündeki en büyük engeldir. Oysa başkalarını suçlayarak, kurban rolü oynayarak özgürleşemeyiz. Bağımsızlık, başkalarının bize bahşedebileceği bir armağan değildir. Her şeyden başkalarını sorumlu tutmaktan vazgeçemediğimiz, kendi sorumluluğumuzu üstlenmediğimiz ve bu sorumluluğun sonuçlarını göze alamadığımız sürece özgürleşemeyiz.